Karabük Cinayetleri…
Okuma süresi: 3 dakika
Karabük Cinayetleri…
Evet!
Yanlış okumadınız;
“Karabük Cinayetleri“
Agatha Christie
Bugüne kadarki en ünlü polisiye türü roman yazarı. Romanlarının ana konusu hep ustaca işlenmiş cinayetler ve o cinayetlerin aynı ustalıkla gün yüzüne çıkarılması.
Hep aynıdır.
Değişmez.
İsimler değişir, yerler değişir, fikirler, düşünceler değişir ama sonuç aynıdır.
Bir katil, bir kurban ve olayı çözen dedektif.
Daimi okurları bilir.
Her romanı azıcıkta olsa birbirine benzer.
Karabük Agatha Christie’nin romanlarına da konu olabilir miydi…
Olsaydı, belki de ününe daha fazla ün katacaktı, farklı bir cinayet türünden yazdığı romanıyla…
Sadece insanların değil, şehirlerin de cinayete kurban gidebileceğini yazması romanlarının monotonluğundan kurtaracaktı okurlarını.
Kim bilir…
Karabük’e sıkılan kurşunlarla işlenen cinayetlerin eşliğinde yapılan ihanetler ve o ihanetlere rağmen Karabük sevdalısı görünen hainler…
70 yıl öncesinden başlayıp yazacağız.
Günahlarıyla, sevaplarıyla…
Sevdalılarıyla, aşıklarıyla…
İhanetleriyle, hainleriyle…
Bölgesine kurulması engellenen Kroman Demir Çelik ile kayıplarının fitilini ateşleyen, Çağ Çelik yatırımlarının mücavir alan içine kabul edilmeyip dışına itilmesi, Karabük Demir çelik Fabrikalarının Kardemir’e dönüşmesi esnasındaki talanlarla, piyon olmuş, sermayeye satılmış talancılarınca insafsızca yok edilen Savurma Boru Fabrikasıyla en büyük eziyeti yaşayıp bir benzinliğin yıkama – yağlama kanalı yıkılmasın diye koskoca Bijon ve Makine Sanayi tesislerinin yok edilmesine göz yumulmasıyla devam eden talihsizliğine bir de Marzinc’i ekleyip kurşunlanması…
Ne büyük bir talihsizlik!
Maddi çıkarlar uğruna çocuklarının geleceğini karartanlarıyla karartılmış bir şehir.
Bir, iki falan değil onlarca yazıyla anlatacağız.
Kelimelere dökeceğiz her bir yılı.
Nakış gibi işleyeceğiz, ilmek ilmek dokuyup düğümleyeceğiz her bir anı…
Her devirde ve zamanda her kuşağın bilmesi için devamlı yazacağız, anlatacağız.
Delili, belgesi, ispatı olmayan hiç bir cümle okumayacaksınız.
Burası:
Bazılarının “şehrimi seviyorum” deyip de güven sağlayan ama maddi çıkarlar karşılığında sattıkları bir şehir..
Gün geçtikçe içine sıkıştırılmış ve sıkıştırılmaya devam edilen eni boyu büyümeyen, hep dibe doğru büyüyüp kabuğunu kıramayan bir şehir…
Bir zamanlar sabahın yedisinde telefonları susmayan, bir tanıdık bulup demir fiyatlarını alma ümidiyle aranan ama susturulmuş, küskünleşmiş bir şehir…
Futbol kulübü bile dolandırılan, talan edilen, soyulan bir şehir.
Kısacık tarihinde en güzel günleri, ilkleri yaşayan işçisiyle, memuruyla, mühendisiyle eğlendiği mekânları zamanın acımasızlığında çürümeye bıraktırılmış bir şehir.
80 yılı bulan nostaljik tarihi inatla yok edilen, silip süpürülen bir şehir.
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarının konser vermek için yarıştığı, O dönemlerde hiç bir şehirde olmayan havuzlarıyla, asırlık ağaçlarıyla meşhur bahçesini zamanın yıpratmasına, yok etmesine bırakmış bir şehir.
Site, Zevk, Gül sinemalarını yıkmış, döneminde değil hiç bir ilçede illerde bile olmayan modern kapalı, açık hava sinemasını çürümeye terk etmiş bir şehir.
Nüfusu yüz binlerden başlayıp seksen yıldır yüzelli bini aşamamış bir şehir.
İhanetler şehri işte O şehir;
Yani bu şehir;
Türkiye’nin hüsrana uğratılmış, unutulmuş göz bebeği…
İngiliz’inin, Alman’ının, Avusturyalının, İtalyalının ve daha bir çok milletten insanın çalışıp emeğini kattığı şehir.
Karabük!
Ve katledilen, bir zamanların ufuk açan, geleceğe yol gösteren, ustaların ustasını yetiştiren, diğer şehirleri geliştirip kendi küçülen; acımasızca küçültülen şehir.
Karabük…
Mezarlıklarında, Türkiye’nin her bir coğrafyasından “bir dilim ekmek“, “çocukları için gelecek” umuduyla göç etmiş insanlarını bulabileceğiniz hep vermiş ama çoğu zaman ihanete uğramış bir şehir…
Şimdi, O şehrin zamanla nasıl katledildiğini okuyun!
Üzülmeyin.
Ders alın!
Geleceğine sahip çıkın;
Çocuklarınıza, torunlarınıza…
Yaşayacakları şehrinize;
KARABÜKümüze!
Ne demiş yazar;
“Başından aşağıya beş litre benzini döküp de çakmağı çakmış ama taşının benzinle bile ıslanacağını hesaba katamadığı için ısrarla çakmasına rağmen yanmayı becerememiş insanı ikinci defa öldüremezsiniz! Çünkü O, o zamanlarda zaten ölmüştür…“
Yazının sonundaki “yanmayı becerememiş insanı” tanıyorum…